Pazartesi, Nisan 16, 2012

Kalpazankaya

Bazı restaurantlar vardır yemeklerinin lezzetiyle sizi sizden alır, bazılarının ise sadece ortamı yeter. Burgazadadaki Kalpazankaya restaurant işte bu ikinci gruptakilerden. Güneşli bir cumartesi sabahı can dostlarımla Karaköy Namlı'da yaptığımız şahane kahvaltıdan sonra aniden Adalar'a gitmeye karar verdik. Kabataştan bindiğimiz vapur bahar havasını değerlendirmek isteyenlerce doldurulmuştu, bisikletini sırtlananlar, scooterını alan çocuklar ve aileleri, her zamanki gibi Arap turistler ve bizim gibi kendini günün akışına bırakmış olanlar. Keyifli bir yolculukla Kınalıada yolcularını indirdikten sonra vardık Burgaz Ada'ya ve hayatında Prens Adalarına gitmemiş olan ben kendimden geçtim tabii ki.

Burgaz Ada, arkadaşlarımdan öğrendiğime göre, adalar içinde en yeşil ve en az kalabalık olanlarından. Sait Faik'in bir zamanlar burada yaşamış olması öykülerini çok seven benim için ayrıca anlamlı oldu.
 İskelede çocukların sattığı sarı çiçekleri sordum hemen ve adaya tam da zamanında, mimoza mevsiminde gitmiş olduğumu anladım.
Mimoza çiçeği



İskeleden sağa doğru devam ederek kendimizi adanın güzelliğine bırakarak bir tepe üzerine kurulmuş olan Kalpazankaya Restaurant'a doğru yollandık. Karnımız da henüz tok olduğundan olsa gerek kendimizi hedeften çok yolun güzelliğine bıraktık.


Taze çiçeklenmiş ağaçlar, mis gibi kokan berrak bir deniz, uzakta İstanbul silueti, çatıları mimozaların çiçeklerinden sararmış ada evleri arasından tırmanarak ilerledik. Gün boyunca sadece bir araba gördük o da doğalgaz arızalarına acil müdahale için, onun dışında araç olarak faytonlar, bisikletler ve elektrikli bisikletler vardı sadece.
Dolana dolana, konuşa konuşa ve yarışa yarışa (ekipte sporcu bir afacan olunca böyle oluyor) 2 saat kadar yürüdükten sonra  Kalpazankaya Restaurant'a vardık. Biz yürüdük ama sizin yürümekle aranız yoksa faytonla çıkma alternatifiniz olduğunu hatırlatayım. İtiraf edeyim bu kadar güzel bir manzarası olacağını ve o manzarayı izlemeniz için hazırlanmış böyle güzel masaları olmasını beklemiyordum.Gerçi biz rezervasyon yaptırmadığımız için ilk sıradaki masalara oturamadık. Yol boyunca çok insan görmediğimiz için mekanın da sakin olacağını sanıyordum, yanılmışım.



Ben afacanla çocuk parkı ve hamak kısmıyla ilgilenirken arkadaşlar levrek ve salata söylemişler. Levrek standardın üzerinde lezzetliydi, manzaranın da etkisiyle lezzeti katlandı tabii. Salata ise klasik mevsim salatasıydı ama yeşillikleri tazecikti.Yemek yanında gelen minik pide ekmekler de ekstradan güzeldi. Etraftaki masalara giden tabaklardan görebildiğim kadarıyla baya zengin bir deniz ürünleri menüsü var, kalamar ve midye tavalar, ahtapot salataları gayet güzel görünüyordu.

Manzarası ve yemekleri dışında değinmek istediğim iki konu var: İlki çocuklar için ayrılmış gayet geniş ve güzel oyuncaklar barındıran oyun alanı, ikincisi ise bu tür yerlerde büyük bir sorun olabilen tuvaletlerin son derece temiz ve hijyenik olması. Tuvaletin manzarası bile muhteşem söylemeden edemeyeceğim.
Tuvaletten manzara :) Uzakta ise Yassıada
Güzel yemeğin üzerine restaurantın sahiline indik, yaz aylarında buradaki cafe de açık oluyormuş, denize daha yakın keyif yapmayı sevenler için güzel bir alternatif.

Kalpazankaya ve burgaz ada bana çok iyi geldi, yolunuz düşerse gitmekle kalmayın yolunuzu düşürmek için plan yapın. Dönüş vapurunun keyfini çıkartmayı da unutmayın.


Çarşamba, Şubat 15, 2012

Masala Restoran– Pakistan Mutfağı


Ankara’da Pakistan mutfağının bir temsilcisi olduğunu duymuştum. Çankaya’da Paris caddesinde 49 numarada bulunduğunu öğrendiğim Masala Cafe’ye akşam yemeği için gittim. 20 yıl kadar önce Pakistan’da bir kaç ay kalmıştım ve bu ülkenin yemeklerini çok hoş bulmuştum. Bu yemekleri tadarken aynı zamanda farklı bir kültürün tadını da aldığımı düşünmüştüm. Bu sebeple restorana girdiğimde aynı duyguları tadıp tadmayacağımı merak ediyordum ve aynı zamanda biraz heyecanlanmıştım.

Hayal ettiğimden daha küçük bir mekanla karşılaştım. Mekan genişliği ortalama bir apartman dairesinin salonu kadar. Belki 25 metrekare. Sadece bir masa doluydu ve bu masadaki 3 kişilik bir grup sipariş ettikleri yemekleri bekliyordu. Buna karşın bazı masaların çoktan rezerve edildiğini gördüm. Genç ve kibar bir garson beni karşıladı ve rezervasyon yaptırıp yaptırmadığımı sordu. Rezervasyon yaptırmadığımı,  ama 45 dakika içinde yemeğimi yiyip ayrılacağımı söyledim. Gösterdiği iki kişilik bir masaya oturdum.

Yemeklerde çorbayı çok sevdiğim için çorba sordum. Garson 4 çeşit mercimeğin karışımından bir çorba yaptıklarının söyledi. Bunu ısmarladım. Çok çeşitli etli-tavuklu kebap menüleri vardı. Ama bu kez ben ıspanak ve patatesten oluşan vejeteryan bir yemek tercih ettim. Bu yemeğin Basmati pilavı denilen bir pirinç pilavıyla servis edildiğini öğrendim.

Önce restoranın ikramları geldi. Biberli, sarımsaklı, soğanlı, salçalı bir nohut tabağı küçük bir kapta geldi Bununla birlikte yine iki küçük kapta farklı yoğurtlu soslar ve bunlara batırılarak yenmesi için bir tür tortilla chipsleri verildi.

Sonra çorba servisi yapıldı. Çorbanın üstünde yuvarlak dilimlenmiş bir limon parçası vardı. Bu alışkın olduğum bir durum sayılabilir. Çünkü zaten içtiğim mercimek çorbalarına her zaman limon sıkarım. Çorba çok acıydı ve aynı zamanda tarçın kokuyordu. Farklı baharatların uyumunu damağımda hissettim.


Biraz sonra, Bakır bir kapta pişirilen ve servisi yapılan bol baharatlı, patatesli ve ıspanaklı sebze yemeğine   geniş tabakta servis edilen pilav ve salata eşlik etti. Bir kaşıkla bakır kaptaki sebze yemeğini pilav ve salatanın yanına aldım. Bu arada masaya bu yemeklerle birlikte gözlemeye benzer sıcak bir ekmeğin getirilmiş olduğunu gördüm. Ekmek çıtır çıtırdı ve çok lezzetliydi. 


Yemekleri keyifle tadarken bir klarnet sesi duyuldu. Çok lezzetli yemekler ben de müzik etkisi de yaratır. Hoşnutluğum çok fazla olduğunda kulaklarımda Beethoven’in 5. senfonisi çınlar. Bu sefer ise tek bir klarnet Sezen Aksu’nın “İstanbul İstanbul Olalı” adlı parçasını çalıyordu. Başımı kaldırdığımda klarneti az önce bana yemek servisini yapan garsonun  çaldığını gördüm. Parça bitince garsona diğer masadaki üç kişiyle birlikte alkışlarla teşekkür ettik. İkinci parça ise “Nazende Sevgilim Yadıma Düştü” diye bir sanat müziği şarkısıydı. Bunu da çok güzel çaldı. Yine alkışladık. Garson bizleri selamlayarak, teşekkür ederek klarnetini dolaplardan birinin üstüne koydu, kısa konserini dinleyicilerinin  takdirini kazanarak sonuçlandırmış olarak yeniden yemek servisine döndü.

Garsondan bir hazmettirici bir Pakistan çayı istedim. Az sonra çay geldi. İçmeye başladım. Garson “Çayımızı beğendiniz mi” diye sordu. Ben bunun çay-salep karışımı bir içecek izlenimi yarattığını söyledim. O da bu çayın sindirim için çok iyi olduğunu söyledi. 45 dakika kalacağımı düşündüğüm restoranda 90 dakika kalmış oldum. İyi bir akşam yemeğinin verdiği mutlulukla evin yolunu tuttum.

Salı, Şubat 07, 2012

Van en e helf iskendır piliiiz


16 yıldır okul tatillerinde kendisini ziyarete gelen kardeşini bir Ankara klasiği sayılan Uludağ Kebapçısına götürmeyen bir abla nasıl bir abladır sizce? Rahatça söyleyin çekinmeyin, kötü bir abladır deyin. Neyse hatamızı gördük ve hızlıca telafi yoluna gittik, dün akşam abla kardeş kendimizi iskenderin sıcak ve yağlı kollarına teslim ettik. Pişman mıyız asla, güzelleştik bu tatla.
 
Yemek sonrası operaya gitme planımız olduğu için Uludağ Kebapçısının Ulus Denizciler Caddesindeki yerini tercih ettik. Zaten en eskisi o olduğundan ve en çok oraya gittiğimden herhalde, Uludağ deyince benim aklıma direk orası geliyor. Biz yürürken hava kararmış, esnaf kepenkleri indirip evine doğru yollanmış dolayısıyla etraf ıssızlaşmış ve hafiften ürkütücü bir havaya bürünmüştü. Mekânı bilmeyen kardeşimin o sırada içinden “Hay Allah nereye gidiyoruz böyle bu saatte” diye geçirdiğinden eminim. Neyse ki sokağın ürkütücülüğü kapıdaki görevlinin sıcak karşılaması ve içerideki hoş tereyağı kokusuyla birlikte unutulup gidiyor. Eski tarz lokantalarda yerleşik olduğu üzere 3-4 görevliye “iyi akşamlar-hoş geldiniz” tekmili verdikten sonra masamıza yerleştik ve menüye bakmaya gerek duymadan siparişimizi verdik. Normalde buranın mevsim salatasını çok beğenmeme rağmen vakit darlığı sebebiyle bu sefer yiyemedim, siz gittiğinizde mutlaka deneyin, hatta benim yerime de yeyin.


Hızlı servis sayesinde çıtır pide üstü incecik kesilmiş dönerimize çabucak kavuştuk. Sos ve tereyağı tekliflerine de hiç hayır demedik, iskenderin hakkını verdik. Sessiz geçen beş dakikadan sonra surat ifadesi itibarıyla mest olmuş gibi duran kardeşime yemek hakkındaki fikrini sordum. Bir de baktım bizim kardeş sözde gurmelere taş çıkarır yorumlarda bulunuyor. Etin inceliği ve lezzeti, tereyağının kalitesi, salçalı sosun tadı tam not alırken, yoğurt maalesef sınıfta kaldı. Efendim neymiş bu kadar özellikli lezzetin yanında o yoğurt fazla sıradanmış. Eeee Denizli yoğurduna alışmış bir gurme damağını tatmin etmek o kadar kolay değil. Bu arada İskender üzerindeki köfte de bizim gurmeden tam not aldı, bir dahaki sefere sadece köfte mi denesem diye düşünüyordu.
Don Giovanni'yi bekletmemek adına tatlı ve çaya hayır demek zorunda kaldık maalesef, hızlıca hesabı ödeyip çıktık. Hesap demişken, fiyatların çok makul olduğunu söyleyemeyeceğim, bir porsiyon İskender için 25 lirayı gözden çıkarmalısınız. Alınan lezzet ve hizmet fiyatı biraz rasyonalize etse de giderek küçülen porsiyonlar ayrı bir soru işareti oluşturuyor. Şöyle söyleyeyim bir porsiyon İskender benim gibi mide hacmi küçük birisi için yeterli olsa da gurme kardeşimin doyması için yetersiz. Bence standart erkek boğazının ederi Uludağ kebapta 1,5 porsiyon, aklınızda bulunsun. Bense daima hassas midemin rahatını ön planda tutmak zorundayım: lezzetli et yemişim, üzerine 3 saat hareketsiz oturup opera dinlemişim ve bu süre zarfında midem hiç rahatsızlık belirtisi göstermemişse benim için o yemek bedelini fazlasıyla hak etmiştir. 
 
Ankara’da iskender yiyecekseniz, bütçe sorununuz da yoksa fazla düşünmeyin Uludağ Kebapçısı’na gidin. Şimdiden afiyet olsun.

Cuma, Ocak 27, 2012

Bir işkembe çorbası klasiği: Rumeli İşkembecisi

Olmadık zamanlarda canım işkembe çorbası çeker. Kandaki alkol miktarından bağımsız, günün herhangi bir saati içebilirim. Hava ve yol koşullarının uygunsuzluğu da beni durduramaz. İşkembe Çin'de olsa gider içerim.

5 yıllık ev arkadaşım ve aynı zamanda suç ortağım "Köfte"yle birlikte kendimizi lapa lapa yağan karın altında Rumeli İşkembeci'sine attık. Bestekar Sokak üzerindeki Rumeli İşkembeci'sini bilmeyen yoktur: Gece eğlenceleri sonrasının uğrak mekanı. Beyaz ışık-absürd dekorasyon-hoşsohbet garson üçlemesiyle olduğu kadar zengin menüsüyle de tat dokularınızı harekete geçiriyor.

İşkembe çorbasının tane-su dengesini daha orantılı hale getirmek için tanesi 1,5; suyu 1 porsiyon işkembe sipariş ettim. Suç ortağım tercihini klasik porsiyondan yana yaptı. Çorbadan bir yudum aldıktan sonra Anadolu'nun ücra bir köşesinde yerel bir yemeği tattıktan sonra ağzını şaplatıp "bunun yanına merlot çok iyi olur" diyen muhterem kıvamında triplere girdim. Merlot yerine cacık aldık tabi ve işkembe çorbasının yanında cacık içen ilk insanlar olarak füzyon mutfağı tarihine geçtik.

"Köfte", işkembe çorbası üzerine bulgur pilavıyla devam ederken, ki performansından dolayı kendisini kutlamak istiyorum, ben ufak bir mola aldıktan sonra ziyafeti cevizli kabak tatlısıyla kapattım. İkişer bardak çayın ardından hesabı ödeyip yola çıktık. Fiyatlar son derece makul, sakatat konusunda limitleri yok. Yenilikçi etoburlar için işkembe kokteyl diye bir çorbaları var. Henüz denemedim ama bir dahaki sefer için gözüme kestirdim.

İşkembe çorbası içmek için siz de sarhoş olmayı beklemeyin, sarımsağını, sirkesini de eksik etmeyin.
Hadi afiyet olsun.
Seyiko a.k.a Food Guerilla







Perşembe, Ocak 19, 2012

KİRİT CAFE-ANKARA


Bugün öğlen benim Buffalo Wings krizim tuttuğu için Ankara Kalesinde Koyunpazarı Sokak'taki Kirit Cafe'ye gittik. Buffalo wings benim Amerika'da tanıştığım ve uzun süre Türkiye'de de aradığım bir tat. Yediğim tavuk kanatlarında aradığım tadı bulamayınca canım buffalo wings istediğinde özel sosuyla evde kendim yapıyordum. Kirit Cafe'yi (tabii ki Amerika'dan sonra) yediğim en iyi buffalo wings'in yapıldığı yer olarak söyleyebilirim.




Kirit Cafe iki katlı zevkli dekore edilmiş bir mekan. İlk girdiğinizden itibaren nezih bir yere geldiğinizi hissediyorsunuz. Açık mutfak size yemeğinizin nasıl hazırlandığını görme fırsatı sunuyor. Giriş kat berjerlerle oluşturulmuş, oturup bir kahve içesiniz geliyor ama biz açız önce karnımızı doyuralım.
 




















Zamanımız kısıtlı olduğu için açık mutfak ve berjerlerin olduğu girişi katını geçip eski kapıların kullanıldığı üst kattaki masamıza geçtik.
 
















Masaya önce ekmek, zeytinyağı ve zahter geldi. Zeytinyağına batırdığınız ekmeği daha sonra zahterle bulayınca ağzınızda lezzetli bir tat oluşuyor. Daha sonra sıcak tarhana çorbası geldi. Ev tarhanası kullanıldığını düşündüğüm çorbanın mayhoş tadı benim çok hoşuma gitti.






















Veeee sıra Buffalo Wings'e geldi :) Gerçekten söyleyecek lafım yok. Biraz acı sevenlerin mutlaka denemesi gereken bir tat. 


























Ben buffalo wings'imi yerken diğer arkadaşlar Kirit Burger yediler. Açıkçası çok lezzetli görünüyordu ama kendi yemeğimden vazgeçemedim. Normal hamburgerden ne farkı var derseniz. Hazır köfte kullanmıyorlar, kendi yaptıkları içinde fıstığın bile olduğu özel bir köfte kullanıyorlar. Kararı bakıp siz verin, ben bir dahaki sefere mutlaka deneyeceğim.



























Kirit Cafe'de fiyatlar çok uygun. Big Chef's vb diğer mekanlarda bir hamburgere 20-30 TL arası verdiğimizi düşünürsek hatta ucuz bile diyebiliriz. Kirit Burger 9 TL, Buffalo Wings ise yalnızca 7 TL
.

Kirit Cafe

Koyunpazarı Sokak No: 60 Samanpazarı  06250 Altındağ/Ankara


Tel: 312-324 09 31


Tavukçu Lokantası

Ankara'nın güzide meyhanelerinden, genci yaşlısı, üniversite öğrencileri-iş adamları, her kesimden insanın gittiği Tavukçu Lokantası hakkında görüşlerimi, önümüzde günlerde ziyaret ettikten sonra aktaracağım. Ömer Hayyam'dan seçme 3 kıtayı da yazmadan bu girişi bitirmek istemedim.

Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin
Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.
Neden şer demişler bu hayırlı suya?
Siz bana bu şerden üç dört kase verin.

Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.

Önce kendine gel, sonra meyhaneye;
Kalender ol da gir kalenderhaneye.
Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:
Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.

Sağlıcakla