Çarşamba, Şubat 15, 2012

Masala Restoran– Pakistan Mutfağı


Ankara’da Pakistan mutfağının bir temsilcisi olduğunu duymuştum. Çankaya’da Paris caddesinde 49 numarada bulunduğunu öğrendiğim Masala Cafe’ye akşam yemeği için gittim. 20 yıl kadar önce Pakistan’da bir kaç ay kalmıştım ve bu ülkenin yemeklerini çok hoş bulmuştum. Bu yemekleri tadarken aynı zamanda farklı bir kültürün tadını da aldığımı düşünmüştüm. Bu sebeple restorana girdiğimde aynı duyguları tadıp tadmayacağımı merak ediyordum ve aynı zamanda biraz heyecanlanmıştım.

Hayal ettiğimden daha küçük bir mekanla karşılaştım. Mekan genişliği ortalama bir apartman dairesinin salonu kadar. Belki 25 metrekare. Sadece bir masa doluydu ve bu masadaki 3 kişilik bir grup sipariş ettikleri yemekleri bekliyordu. Buna karşın bazı masaların çoktan rezerve edildiğini gördüm. Genç ve kibar bir garson beni karşıladı ve rezervasyon yaptırıp yaptırmadığımı sordu. Rezervasyon yaptırmadığımı,  ama 45 dakika içinde yemeğimi yiyip ayrılacağımı söyledim. Gösterdiği iki kişilik bir masaya oturdum.

Yemeklerde çorbayı çok sevdiğim için çorba sordum. Garson 4 çeşit mercimeğin karışımından bir çorba yaptıklarının söyledi. Bunu ısmarladım. Çok çeşitli etli-tavuklu kebap menüleri vardı. Ama bu kez ben ıspanak ve patatesten oluşan vejeteryan bir yemek tercih ettim. Bu yemeğin Basmati pilavı denilen bir pirinç pilavıyla servis edildiğini öğrendim.

Önce restoranın ikramları geldi. Biberli, sarımsaklı, soğanlı, salçalı bir nohut tabağı küçük bir kapta geldi Bununla birlikte yine iki küçük kapta farklı yoğurtlu soslar ve bunlara batırılarak yenmesi için bir tür tortilla chipsleri verildi.

Sonra çorba servisi yapıldı. Çorbanın üstünde yuvarlak dilimlenmiş bir limon parçası vardı. Bu alışkın olduğum bir durum sayılabilir. Çünkü zaten içtiğim mercimek çorbalarına her zaman limon sıkarım. Çorba çok acıydı ve aynı zamanda tarçın kokuyordu. Farklı baharatların uyumunu damağımda hissettim.


Biraz sonra, Bakır bir kapta pişirilen ve servisi yapılan bol baharatlı, patatesli ve ıspanaklı sebze yemeğine   geniş tabakta servis edilen pilav ve salata eşlik etti. Bir kaşıkla bakır kaptaki sebze yemeğini pilav ve salatanın yanına aldım. Bu arada masaya bu yemeklerle birlikte gözlemeye benzer sıcak bir ekmeğin getirilmiş olduğunu gördüm. Ekmek çıtır çıtırdı ve çok lezzetliydi. 


Yemekleri keyifle tadarken bir klarnet sesi duyuldu. Çok lezzetli yemekler ben de müzik etkisi de yaratır. Hoşnutluğum çok fazla olduğunda kulaklarımda Beethoven’in 5. senfonisi çınlar. Bu sefer ise tek bir klarnet Sezen Aksu’nın “İstanbul İstanbul Olalı” adlı parçasını çalıyordu. Başımı kaldırdığımda klarneti az önce bana yemek servisini yapan garsonun  çaldığını gördüm. Parça bitince garsona diğer masadaki üç kişiyle birlikte alkışlarla teşekkür ettik. İkinci parça ise “Nazende Sevgilim Yadıma Düştü” diye bir sanat müziği şarkısıydı. Bunu da çok güzel çaldı. Yine alkışladık. Garson bizleri selamlayarak, teşekkür ederek klarnetini dolaplardan birinin üstüne koydu, kısa konserini dinleyicilerinin  takdirini kazanarak sonuçlandırmış olarak yeniden yemek servisine döndü.

Garsondan bir hazmettirici bir Pakistan çayı istedim. Az sonra çay geldi. İçmeye başladım. Garson “Çayımızı beğendiniz mi” diye sordu. Ben bunun çay-salep karışımı bir içecek izlenimi yarattığını söyledim. O da bu çayın sindirim için çok iyi olduğunu söyledi. 45 dakika kalacağımı düşündüğüm restoranda 90 dakika kalmış oldum. İyi bir akşam yemeğinin verdiği mutlulukla evin yolunu tuttum.

Salı, Şubat 07, 2012

Van en e helf iskendır piliiiz


16 yıldır okul tatillerinde kendisini ziyarete gelen kardeşini bir Ankara klasiği sayılan Uludağ Kebapçısına götürmeyen bir abla nasıl bir abladır sizce? Rahatça söyleyin çekinmeyin, kötü bir abladır deyin. Neyse hatamızı gördük ve hızlıca telafi yoluna gittik, dün akşam abla kardeş kendimizi iskenderin sıcak ve yağlı kollarına teslim ettik. Pişman mıyız asla, güzelleştik bu tatla.
 
Yemek sonrası operaya gitme planımız olduğu için Uludağ Kebapçısının Ulus Denizciler Caddesindeki yerini tercih ettik. Zaten en eskisi o olduğundan ve en çok oraya gittiğimden herhalde, Uludağ deyince benim aklıma direk orası geliyor. Biz yürürken hava kararmış, esnaf kepenkleri indirip evine doğru yollanmış dolayısıyla etraf ıssızlaşmış ve hafiften ürkütücü bir havaya bürünmüştü. Mekânı bilmeyen kardeşimin o sırada içinden “Hay Allah nereye gidiyoruz böyle bu saatte” diye geçirdiğinden eminim. Neyse ki sokağın ürkütücülüğü kapıdaki görevlinin sıcak karşılaması ve içerideki hoş tereyağı kokusuyla birlikte unutulup gidiyor. Eski tarz lokantalarda yerleşik olduğu üzere 3-4 görevliye “iyi akşamlar-hoş geldiniz” tekmili verdikten sonra masamıza yerleştik ve menüye bakmaya gerek duymadan siparişimizi verdik. Normalde buranın mevsim salatasını çok beğenmeme rağmen vakit darlığı sebebiyle bu sefer yiyemedim, siz gittiğinizde mutlaka deneyin, hatta benim yerime de yeyin.


Hızlı servis sayesinde çıtır pide üstü incecik kesilmiş dönerimize çabucak kavuştuk. Sos ve tereyağı tekliflerine de hiç hayır demedik, iskenderin hakkını verdik. Sessiz geçen beş dakikadan sonra surat ifadesi itibarıyla mest olmuş gibi duran kardeşime yemek hakkındaki fikrini sordum. Bir de baktım bizim kardeş sözde gurmelere taş çıkarır yorumlarda bulunuyor. Etin inceliği ve lezzeti, tereyağının kalitesi, salçalı sosun tadı tam not alırken, yoğurt maalesef sınıfta kaldı. Efendim neymiş bu kadar özellikli lezzetin yanında o yoğurt fazla sıradanmış. Eeee Denizli yoğurduna alışmış bir gurme damağını tatmin etmek o kadar kolay değil. Bu arada İskender üzerindeki köfte de bizim gurmeden tam not aldı, bir dahaki sefere sadece köfte mi denesem diye düşünüyordu.
Don Giovanni'yi bekletmemek adına tatlı ve çaya hayır demek zorunda kaldık maalesef, hızlıca hesabı ödeyip çıktık. Hesap demişken, fiyatların çok makul olduğunu söyleyemeyeceğim, bir porsiyon İskender için 25 lirayı gözden çıkarmalısınız. Alınan lezzet ve hizmet fiyatı biraz rasyonalize etse de giderek küçülen porsiyonlar ayrı bir soru işareti oluşturuyor. Şöyle söyleyeyim bir porsiyon İskender benim gibi mide hacmi küçük birisi için yeterli olsa da gurme kardeşimin doyması için yetersiz. Bence standart erkek boğazının ederi Uludağ kebapta 1,5 porsiyon, aklınızda bulunsun. Bense daima hassas midemin rahatını ön planda tutmak zorundayım: lezzetli et yemişim, üzerine 3 saat hareketsiz oturup opera dinlemişim ve bu süre zarfında midem hiç rahatsızlık belirtisi göstermemişse benim için o yemek bedelini fazlasıyla hak etmiştir. 
 
Ankara’da iskender yiyecekseniz, bütçe sorununuz da yoksa fazla düşünmeyin Uludağ Kebapçısı’na gidin. Şimdiden afiyet olsun.